“Arabayı beyniyle kullanan bir şoförle seyahat etmek mi güvenlidir yoksa omuriliğiyle kullananla mı?”
Lise sonda Biyoloji öğretmenimizin sorusuydu bu. Bizler de bir iki düşündükten sonra biraz da ‘mantığımızı’ çalıştırarak “beyniyle tabii ki hocam” diye cevaplar vermiştik. Ama yanlıştı. Beynimiz yeni bir eylem öğrenilirken devrede oluyordu; yani arabayı beyniyle kullanan biri henüz bu konuda acemiydi. Ama sonrasında bu eylem alışkanlığa dönüştüğünde beyin görevini omuriliğe devrediyordu. Yani arabayı omuriliği ile kullananla seyahat etmek güvenliydi.
Böyle sıkıcı bir hikayeyle başlamamın sebebi, alışkanlıklarımızın bilimsel geçmişini de biraz olsun açıklayabilmek. Zira her birimizin türlü türlü alışkanlığı var, istemsizce, gelişigüzel yaptığımız; nedenini nasılını düşünmeden yerine getirdiğimiz bir sürü huy…
İşte ilişkilerde de alışkanlık böyle bilimsel bir temele dayanıyor aslında. Hayatımıza biri giriyor, önce beynimizle onu tanıyoruz, tartıyoruz, öğreniyoruz keşfederek. Biraz zaman geçtikten sonra o kişi birden omuriliğimizin yönettikleri arasına giriveriyor. Yani o kişiye alışıyoruz. Onun gülüşüne, öpüşüne, sevişirken ritmine, uyumasına, oturmasına, kalkmasına, maç izlerken davranışlarına, strese girdiğinde gözünün hafif seyirmesine; yani kısaca her şeyine alışıyoruz. Bizin topraklarınız haline geliyor artık o; bedeni ve ruhuyla fethettiğimiz hissine kapılıp içten içe zafer sarhoşluğu yaşıyoruz.
Ama ne yazık ki alışkanlık araba kullanmak eyleminde ne kadar güven verici ise ilişkilerde bir o kadar yıpratıcı. Zira ‘birine’ alıştığımızda artık o kişinin kıymeti kalmıyor. Keşfedecek şeyler bitiyor, fethetmek için günler, aylar hatta yıllar harcadığımız o topraklar gözümüze birden sıradan görünüyor. Köşe bucak her sokağı biliyoruz; gözümüz kapalı bile gezebiliriz hatta. İşte insan bunun farkına vardığında, yeni yerler keşfetme başka topraklar fethetme ihtiyacı duyuyor. Aldatma denilen o menem kavram tam da bu noktada ortaya çıkıyor.
Çok sevdiğim bir arkadaşımla ilişkiler üzerine konuşuyorduk; “Ben bir kızın peşinden koşarken, onu elde etmeye çalışırken aldığım zevki ve hazzı, onu elde ettiğimde alamıyorum, büyü bozuluyor, hevesim kaçıyor” demişti. Aslında bu söylediği sadece onun için değil ‘insanoğlu’ için geçerli bir kavram, çünkü bu tamamen bir içgüdü. Zira hatırlasanıza küçüklüğümüzü; bayrama bir ay kala alınan bayramlıklarımıza nasıl bakardık, ah o gün gelse de giysek diye nasıl da iç çekerdik. Kendimizi o yeni kıyafetlerin içinde hayal edip nasıl da mutlu olurduk. Sonra bayram günü gelip de giydiğimizde heyecanımız en fazla bir iki saat sürer, hatta belki onlar içinde kendimizi rahat hissedemez, yine eskilerimizi giyer koşardık sokağa.
“Sahip olunan şeyin değeri yiter…” Tüm olay bundan ibaretti aslında. Elde etmeye çalıştığımız ister bir elbise olsun, ister bir telefon, isterse de bir kişi; onu elde ettiğimiz anda tüm büyü bozuluyor. Hele o kişinin her şeyini keşfettikten sonra hiçbir heyecan kalmadığı için hayal kırıklığı doluyor içimiz.
Her ilişki, her evlilik bu yollardan geçiyor; biz istemesek bile. İki taraf da bir süre sonra karşısındakinin uykuda aldığı nefesin sıklığından ne kadar derin uyuduğunu anlayabilecek kadar tanıyor, alışıyor birbirine. Gayet tabii her evlilik, her ilişki sırf çiftler birbirine alıştı diye bitmiyor. Ne kadar alışsalar da sürdürebilenler birinci yazımda yazdığım gibi sevgi ve saygıyı temel almış oluyorlar zaten.
Kimi küçük bir kesimse yapamıyor, bir kişiyi ezberledikten sonra onunla devam edemiyor. İçindeki keşfetme duygusunun önüne geçemiyor belki de, o an ona ilginç ya da çekici gelen ilk kişiye gidiyor; aldatıyor. Böyle insanlar ‘biri’ için terk etmiyorlar aslında, ‘birini elde etmeye çalışmanın hazzı, yeni yerler keşfetmenin karşı konulmazlığı’ için gidiyor. Günün birinde gittiği kişiye de ‘alıştığında’ tekrar arayışa çıkacak; fark etmiyor, edemiyor belki… Hastalıklı olan bu psikolojiyi kişinin kendi kendine çözümlemesi oldukça zor zaten.
Bir ilişkinin en heyecanlı günleri karşındakini keşfettiğin günler… Aşk denilen o büyülü duygunun alevli olduğu zamanlar. Direksiyonu tuttuğunuz ilk an kadar heyecanlı günler… Beynimizin sürekli bir şeyler kaydettiği, yorgun ama çok mutlu olduğumuz anlar… Sonu var tabii ki, gün gelecek aşk bitecek, sevgi alacak onun yerini; omurilik girecek devreye. Önemli olan mutlu olmayı bilmekte, ne kadar alışsak da sevgi ve saygıyı koruyarak elimizdeki ile yetinmeyi bilmekte… Çünkü her birey eşsiz ve yıllar geçse de keşfedecek olmasa da öğrenecek çok şeyimiz var karşımızdakinden…
Mutlu haftalar…
12 Yorum Var
canım günaydın
işte biz kızlar bi yerde durmayı bilmemiz gerekiyor
mesela herşeyni anlatmıcaksın karşındakine o senin kız arkadaşın değil
yada herşeyine müdahale etmiceksin tabi sana zarar vermediği sürece ben onun annesi değilim
erkekler doyumsuz bu bir gerçek
çoğu zamnda iradesz..
gizemli olmayı bilmeliyiz
tabi becerebilirsek..
seni 10x seviorum biliosn dimi
canım çok güzel bir yazı olmuş:) ayrıca girişi hiç de sıkıcı değildi,benim hoşuma gitti. Keşfedecek şey kalmadığını düşünenler bence kendini fazlasıyla akıllı sananlar ve karşıdakini çözdüğünü düşünen zavallılar..çünkü insan bir eşya değil,sürekli kendini geliştiren, değiştiren bir varlık.Bugün bir olaya verdiğimiz tepki bir süre sonra değişebilir ve çoğu zaman da değişiyor..İnsan çoklu bilinmeyene sahip bir denklem ve o denklemdeki bir çok veri sürekli değişim halinde(bak senin bölüm arkadaşın olarak böyle açıklamayı uygun buldum:P) ayrıca ben bir insanı tanırken haz ya da heyecandan çok korku ve endişe yaşıyorum.Acaba beni yanlış anladı mı,nasıl söylemem,davranmam lazım diye karşımdakini çözümlemek çok sıkıcı hele de hüsranla sona ererse ahanda vakit kaybı derim:)) O yüzden yaşasın bilinen ve dibi gözüken sularda yüzmek!:)
hamidem ne guzel ozetlemissin olayi supersin sen yaa burda cikarilacak ders dengesiz ol-ki seni ezberleyemesin :)alisamasin sana 🙂
birde birini terkedip sana geliyorsa bilki sende terkedileceksin:)
kendim icin cikardigim dersler bunlar 🙂
Ne kadar haklı bir yazı. Çok güzel yazmış ve tam da önemli noktalara parmak basmışsın. Omurilik devreye girecek tabii, el mahkum görünüyor; işte o zaman sevgili beyin azıcık bize sürpriz yapsa ne güzel olur, baştaki gibi omuriliği devredışı saysa.. Aaah ah!
Tek kelimeyle süper yazmissin canim. Oyle de güzel ozetlemissin ki okudugumda kendime de pay cikardim. Yikardaki yorumlarda dedikleri gibi yettigi kadar paylasmak ve biraz delidolu olmak lazim 🙂 kendime geldim yazi ile ..
Tek kelimeyle süper yazmissin canim. Oyle de güzel ozetlemissin ki okudugumda kendime de pay cikardim. Yikardaki yorumlarda dedikleri gibi yettigi kadar paylasmak ve biraz delidolu olmak lazim 🙂 kendime geldim yazi ile ..
Omuriliklerimizin yaşlılıkta devreye girmesi dileğiyle o halde:)
Yine ne güzel yazmışsın kuzum ya… Harfiyen katılıyorum!
Biz kadınlar için de aynı durum söz konusu sanırım; alıştıktan sonra büyüsü kaçıyor. Elde edene kadar yaşadığımız o haz, elde ettikten sonra kayboluyor; hevesimiz kaçıveriyor bir süre sonra…
Bu arada arabayı omuriliğiyle kullananlardanım ben 😉
Bende alışmaktan en az Aşk kadar korkarım Hamidem. Bir insana alışmak hem çok zordur, hemde alıştıktan sonra vazgeçmek. En azından ben öyleyim.
Bilmiyorum o zaman nasıl yapıcaz? keşfetme süremiz bittiğinde hep yeni birilerinimi aramaya çıkıcaz? bu döngü nereye kadar sürer ki. İnsan en sonunda yorulur, hem ruh hemde beden olarak.
Bu ilişki halleri bir garip ya.
alışmak benim için sihirli bir sözcük aslında ben alışmayı seviyorum ve tam tersine alıştığımdan koparsam üzülüyorum, bir de bu var tabi hamidem..
cok güzel bir yazi… ellerine/yüregine saglik
Çok güzel çözümlemişsin canım,maalesef nefsin gerçeği bu..