İspanya denince akıllara Barcelona geliyordur hemen sanırım, sonra Gaudi, sonra Sagrada Familia, sonra Gaudi, sonra sangria, sonra tapas, sonra sonra sonra… Bitmek bilmiyor o büyülü ülkenin size sundukları. Her köşesinden keşfedilecek bir tat, bir yer, bir kişi çıkıveriyor. Nefes kesen bazen de nefes aldıran güzelliklerin ülkesi bence. Pozitiflik, mutluluk, akdeniz sıcaklığı, gülümseyen insanlar, tutku, aşk, futbol her şeyi her duyguyu içinde barındırıyor. Keyfin, dinginliğin başkenti bence İspanya. Hayatın tüm tasasından kurtulacağınız, kendinizi İspanyol ezgilerine, İspanyolcanın kıvrak tınısına bırakıp haz dolu günler geçirebileceğiniz en güzel durak.
Bu durakta ilk uğradığımız yer Barcelona. Katalanların hakimiyetinde olan şehir, ülkenin ikinci büyük şehri olmasına rağmen en çok turist alan şehir konumunda. Kendilerini İspanyol olarak tanımlamayan Katalanların evlerinin balkonlarında Katalan bayraklarını görüyorsunuz. Bizdeki Türkiye-Kıbrıs gibi diyebiliriz. Hani İspanya’dalar ama değiller gibi. İspanyolcanın yanı sıra Katalancayı da sıkça duyabilirsiniz şehirde, ha her ikisini de anlamak çok zor; zira bugüne bugün iki kur İspanyolca dersi almış bir insan olmama rağmen, o kadar hızlı konuşuyorlar ki iletişebilmek pek mümkün değil kendileriyle 🙂 Ama yine de İngilizce bilmedikleri ya da bilmelerine rağmen konuşmayı tercih etmedikleri için o çat pat bildiğim İspanyolca bazı durumlarda hayatımızı kurtarmadı değil.
Dönelim Barcelona’ya. Barcelona deyince mutlaka görülmesi gereken yerleri az çok biliyorsunuz zaten. Sagrada Familia, Park Güell, Casa Battlo, Casa Mila, La Rambla, La Boqueria, Barcelonata, Port Well, Passeig de Gracia, Tibidabo, Torre Agbar ve tabii ki Camp Nou.
Barcelona’daki metro ağı insanın damar haritası gibi, gitmediği yer bağlanmadığı nokta yok neredeyse. 10’luk, 30’luk, 50’lik metro kartları mevcut ayrıca Barcelona’nın şehir kartı olan Barcelona Card ile üç gün boyunca ulaşım ücretsiz. Ancak Barcelona Card almak çok da mantıklı değil, her ne kadar internetteki birçok yazıda indirimlerinin cazip olduğundan bahsedilse de birçok yerde sadece 2-3 €’luk indirim yapıyor, çoğu yerde de indirim yapmıyor. Fayda-maliyet analizi sonucu biz tercih etmedik özetle. Ulaşım için 4 gün boyunca üç tane 10’luk metro kartı kullandık. 10 €’dan 30 € ile sanırım metroyu tepe tepe kullandık. Metronun diğer bir güzel yanı da aktarmanın ücretsiz olması, sayesinde bokunu çıkarana kadar seyahat edebildik topu topu 30 bilet içeren kartlarımızla 🙂
Barcelona’da nerede kaldık, nerede kalalım da önemli bir soru. Google aramalarıyla eriştiğiniz blog yazılarında da karşılaşacağınız üzere La Rambla civarında kalmak esnekliğinizi arttıracaktır. Booking.com aracılığıyla bir sürü otel/hostel bulabilirsiniz. Biz banyosu ortak olmayan ve kahvaltısı dahil olan otel bulmaya odaklanmıştık, zira aksi versiyonda da pek çok seçenek var, ama kim tatilde banyosunu, tuvaletini paylaşmak ister ki? Otelimiz La Rambla’yı dik kesen, Liceu metro istasyonuna 5 dk mesafede olan Carrer de Carne caddesi üzerindeydi, her yere o kadar yakındık ki. Bu civardaki hangi otelde kalırsanız kalın, gezme tozma açısından çok rahat edersiniz, benden söylemesi.
Artık “yediğin içtiğin senin olsun, gezip gördüklerini anlat” kısmına geçebilirim sanırım. Hafif bir hesaplama ile Barcelona’yı tek bir posta sığdırmanın bu enfes şehre haksızlık etmek olacak, o yüzden böle böle uzun uzun ve bol fotolu anlatayım diyorum, var mısınız? Öğlen 14’te varıp check-in yaptığımız otelimizden 15 gibi çıkıp kendimizi La Rambla’nın akıcı kalabalığına atalım şimdi.
La Rambla deyince her Türk gibi “Bizdeki İstiklal Caddesinin aynısı” tanımını yapmak isterdim ama aslına bakarsanız pek öyle değil. Bir kere yüzyıllık ağaçlar var o upuzun cadde boyunca, yemyeşil, kalabalık olmasına rağmen insanı darlamayan, yürürken sağa sola kıvranmak, size doğru gelen insanlardan kaçmak zorunda kalmayacağınız bir yol. Her türden insan var ama bu lafımı ipsiz sapsız cins cins insanlar var gibi anlamayın nolur. Her türden derken turisti, işe gideni, sevgilisiyle sarılıp yürüyeni, fotoğraf çektireni, kartpostal satanı, dans edeni gibi güzel insanlardan bahsediyorum. Kalabalık içinde mutlu hissediyorsunuz yani.
La Rambla’dan aşağıya doğru yürüyüp soldaki sokaklardan birine dalınca saklı bir bahçe çıkıyor karşınıza: Plaça Reial. Burası her Avrupa şehrinde olduğu gibi karşınıza çıkan minik meydanlardan biri bu. İtalya’da da çok rastlamıştım ama sanırım en beğendiğim burası oldu. Palmiye ağaçları, dört bir yandaki restoranları, huzurla sangrialarını içen sakinleriyle tam bir masal çarşısı. Hem gündüz hem gece gidin derim, gidin ve restoranlardan birine oturup meydanda koşuşturan minik çocukları izlerken sangrianızı yudumlayın. Kulaklarımı da çınlatmayı unutmayın olur mu?
Sangrianızı içtikten sonra hadi kalkın Barra Gotic’i gezelim hazır buralara kadar gelmişken. Barra Gotic ya da El Born olarak bilinen La Rambla’nın solunda kalan bu bölge Barcelona’nın antik döneminden kalan ve Gotik mimariya sahip evleri, katedralleri, sokaklarıyla donatılmış bir yer. Dar sokaklarında kaybolmadan gezmek imkansız, sanki bir geçtiğiniz yerden bir daha geçemiyorsunuz isteseniz de. Sokaklarda yürürken antikacılar, butikler, galeriler, minik barlar size eşlik ediyor. Picasso Müzesi de Barra Gotic sokaklarından birinde, ama neresinde derseniz tesadüfi bulduk, tesadüfi kaybettik, o derece bir labirent havası var.
Hazır bu kadar aşağıya inmişken bir deniz havası almak lazım. La Rambla’nın bitişiyle karşısınıza Port Well yani Liman Bölgesi çıkıyor. Upuzun bir sahil şeridi var, Port Well’in sol tarafında meşhur Barcelonata Plajı yer alıyor, eğer mevsim uygunsa bence şahane kumların tadını çıkarın. Bizim gittiğimiz döneme yakın giderseniz de mutlaka uzuuun bir yürüyüş yapın derim. Hafif hafif esen akdeniz rüzgarı ve batan güneş gerçekten huzur dolduruyor insanın içini. Port Well’in sağına doğru yürürseniz de Barcelona’nın denize nazır AVM’si olan MareMagnum çıkıyor karşınıza. Tuvalet ihtiyacınızı gidermek, biraz soluklanmak ve marinada demirlemiş tekneleri arkanıza alarak fotoğraf çekmek için birebir diyebilirim. Maremagnum’un da ilerisinde teleferik vardı, Barcelona’nın hakim tepelerinden birine çıkarırken bir yandan da şahane deniz ve şehir manzarasını sunan ama biz kullanmadık.
Eh bence ilk yarım gün için bu kadar gezme yeter. Şimdi otele gidip dinlenelim, yarınki rotamızda Sagrada Familia, Park Güell, Camp Nou ve Torre Agbar var. Yani to be continued 🙂
1 Yorum Var
ne güzel yazmışsın, ben de sayende geçen sonbaharı bir daha yaşadım 🙂