Sizin oralara pek uğramamış olsa da burada popomuzu donduran soğuklar eşliğinde hayatımın en çetin kışını yaşıyorum. Burnumdaki sümük üreten hücreler soğuk ortamdan sonra sıcak ortam sonra bir daha soğuk ortam derken işlevini kaybettiler ve kışı sümüklü bir insan olarak geçirmem yönünde benim iznimi almadan bir karar aldılar. -10’larda hissedilen ve daha da soğuyacağı yönünde uğursuz söylemler dolaşan bu havada, valla inanın sümüklü burnumu kapının dışına çıkarasım gelmiyor. Evden işe işten eve gidip gelerek geçirdiğim bu günlerde bana eşlik eden en güzel şey Netflix tabii ki! Zaten burada “götümüz donsa da kayağa gidicez, biz şahane sağlıklı ve bir o kadar da çıldırmış bir ırkız” diyen Almanlar dışında aklını henüz kurban vermemiş herkes kışın “netflixing” diye kısalttıkları eylemi yerine getiriyorlar.
Eskiden beri beni tanıyanlar bilirler, yabancı dizi izlemeyi çok severim, hatta blogun bir başlığı da seyredip yorumladığım dizilerden oluşur. Ama hayatıma netflix gireli beri bambaşka bir boyutta tatmin yaşıyorum. Ha bu arada bu bir reklam yazısı falan da değil ha, her ay bilmem kaç euro ödüyorum ben de hepimiz gibi. Zaten bana hiçbir zaman bir ürün verip de tanıt demediler, ruhum fakir diye midir pazarlama konusundaki yeteneksizliğimin keşfi yüzünden midir bilmem ama bedava bir tel toka bile edinmişliğim yok!
Neyse ağlama duvarına dönmeden konumuza geri dönersek, bu kışıma sızlanmadan eşlik eden Netflix dizilerini sizinle de paylaşayım istiyorum, zaman zaman “dizi önersene” diye gelen sorulara da toplu yanıt olur, kenarda evladiyelik durur işte fena mı?
Başlamadan önce gelecek linçleri önlemek için bir bilgi vermek istiyorum: La Casa Del Papel’i henüz izlemedim arkadaşlar, evet müthiş dizi, harika, öl bit o derece, ama Muro yüzünden henüz başlamadık. Kendisinin dizi biriktirme gibi bir huyu var, bana kalsa çoktan yalayıp yutmuş, karakterleri içselleştirmiştim bile ama beyimiz bekleyelim biriksin diyor! Para sanki bu! Neyse izlicem ama, tamam çok güzel Kuran çarpsın harika dizi…
Sense8
Benim en en en sevdiğim dizilerden biri olabilir Sense. HomoSensorium olarak adlandırılan ve duyularıyla dünyanın farklı yerinde yaşayan aynı saat aynı dakikada dünyaya gelmiş 8 kişinin hikayesi anlatılıyor dizide. Fiziksel olarak herhangi bir çaba sarf etmelerine gerek kalmadan kendi kümesindeki insanlarla iletişebilen, aynı deneyimi yaşayabilen ya da herhangi birinin sahip olduğu yeteneğe otomatikman sahip olabilen bu sekiz kişi, farklı olduklarını keşfetmelerinin ardından kendilerini bulmaya ve üstlerinde deney yapmaya çalışan BPO firmasına karşı mücadele ediyor. Dediğim gibi sekiz kişi sekiz farklı ülkede hatta bambaşka kıtalarda kendi hayatlarını sürüyor, sırf bu sebeple bile bütçesi büyük bir yapım Sense8. Çekimleri İzlanda, Amerika, Kenya, Güney Kore, Hindistan, Meksika, Almanya ve Hindistan’da gerçekleştiriliyor, tek bir bölümde size bir dünya turu attırıyor diyebilirim. Şu an ikinci sezonu tamamlanan dizinin üçüncü sezonunun son sezon olacağı söyleniyor ki ruhum paramparça resmen. Her karakteri çok seviyorum ama Wolfgang ve Kala’nın hikayesine ayrı bir hastayım. Onların sahnelerinde yüreğim dağlanıyor, vay be ne sevgi diyorum. Sanırım “yarım kalan aşklar kavuşamayan aşıklar derneği eş başkanı” olarak Kala ve Wolfgang’ın aşkına saygım büyük. Ah gençler ah…
Tabii sadece Wolfgang ve Kala yok, Koreli Sun, Kenyalı Copheous, Amerikalı polisimiz Will, İzlandalı Rileymiz, Meksikalı Litomuz, Avustralyalı Nomimiz ve onların yaşamlarına eşik eden partnerleri, aileleri,eşleri ve hikayeleri var. Nomi lezbiyen, Lito gay mesela dizide; hal böyle olunca cesur ve değişik sahneler görebiliyorsunuz, hazırlıklı olun.
Birbiriyle duyusal olarak iletişim kurup birbirlerinin düşündüklerini düşünüp, yeteneklerini kullanabilen bu insanları gördükçe insan ister istemez böyle bir şeyin gerçek olup olmadığı sorgulamasını yaşıyor. Şahsen google’da HomoSensorium yazıp gerçekten var olup olmadıklarını aratmışlığım var. Hani bazen bazı insanlarla çok yakın hissederiz, onları aklımızdan geçirirken arayıverirler ya da daha sabah düşündüğünüz biriyle öğle yemeğinde karşılaşırsınız ya da bazen tam aznı anda aklımızdan aynı şeyi geçirip aynı şeyi söyleriz ya; acaba diyorum o kişilerle aramızda Sense8 benzeri bir bağlantımız olabilir mi? Bence olabilir…
Stranger Things
Henüz izlemeyenler parmak kaldırabilir mi lütfen? Ve sonrasında utanç içinde Cercei’nin Walk of Shame’ini yapabilir mi rica etsem?Zira nasıl olur da birbirinden tatlı dört delikanlı ve dünyanın en seksi gücüne sahip Eleven’ın Demogoron adını verdikleri karanlık dünyada yaşayan canavar/yaratıkla olan mücadelelerini izlemezsiniz. Tamam kabul ediyorum beş çocuk ve bir yaratık deyince çizgi filmden hallice bir dizi gibi görünüyor ama gerçekten özle değil. Amerika’nın İndiana eyaletindeki Hawkins kasabasında yaşayan ve sıradan bir hayata sahip olan insanların hayatı 12 yaşındaki Will’in Demogorgon adlı yaratık tarafından paralel evren olarak tanımlayabileceğimiz yaşanılan dünyanın karanlık yansımasına kaçırılmasıyla birden değişiyor. Dizi 1983 yılında geçiyor yani şu an sahip olduğumuz teknolojilerin hiçbirine sahip değiller. Bir yandan polis ekipleri bir yandan da Will’in okul arkadaşları olan Dustin, Mike, Jim ve Lukas tarafından Will aranırken, bir de hayatlarına telekinetik güçleri olan ve Hawkins laboratuvarı tarafından üç yaşında kaçırılan ve üzerinde deneyler yapılan Eleven (kendisine laboratuvarda verilen numara,11) katılır. El’in de yardımıyla Will’in başına neler geldiğini araştıran küçük detektiflerin hayatı birden bambaşka bir boyuta gelir.
Dizinin iki sezonu yayınlandı, üçüncü sezonunun bu sene yayınlanacağı biliniyor ama tarih henüz belli değil. Birer saatten iki sezon toplam 24 saatlik bir güzellik var önünüzde,yerinizde olmayı isterdim. İzleyin valla pişman olmayacak, kapıma bir kilo bulgurla gelip teşekkür edeceksiniz.
Dark
Şu an La Casa Del Papel neyse iki ay önce Dark öyleydi, instagram storyleri dolup taşıyordu “nihayet başladık, kocişimle dark keyfi, süper dizi, almanlar yapmış” hastagleriyle. Ama tabii biz Muro sayesinde uzuuun bir süre bekledik ki herkes izlesin tüm spoilerı paylaşsın falan. Aslında şu an bile izleyememiş olabilirdim bu diziyi ama Alman dizisi olması, orijinal dilinin Almanca olması sebebiyle “Almancamızı geliştiririz kulun köpeğin olayım izleyelim” diye yalvarınca pes etti, izlemeye başladık. İtiraf ediyorum ilk bölümde dedim yine mi kaybolan çocuk ve onu bulmaya çalışan çocuklar, aşırı stranger things bu. Ama meğer neler olmuş Altan ya!! Oldumolası zaman yolculuğu, paralel evren konuları ilgimi çeker, Dark da bu konuda yapılmış en iyi yapım bence.
Almanya’nın Germersheim bölgesinde yer alan Winden kasabasında geçen hikaye 4 Kasım 2019 yılında Micheal adında kırk yaşlarında birinin intiharıyla başlıyor. Sakin bir kasaba olan ve yaklaşık dört kuşaktır yaşayan ailelerden oluşan Winden’da bu intihardan sonra kasabada Erik ve Mikkel adındaki çocukların iz bırakmadan ortadan kaybolmaları insanların aklına 33 yıl önce ortadan kaybolan ve bir daha bulunamayan Mikkel’in babası Ulrich’in kardeşi Mads Mikkelsen’i hatırlatıyor. Soruşturma devam ederken eski defterler açılıyor, kaybolmaların kasabadaki nükleer santralle olan ilişkisi araştırılıyor, 33 sene önce sıra arkadaşı olup şu anda yaşanan kayıplarla bağlantısı olan insanların hesaplaşmaları gösteriliyor. Zaman yolculuğu da bu hikayenin tam merkezinde. Daha fazla anlatıp spoiler vermek istemiyorum ama biz her bölüm bitişinde beynimiz yanmış olarak beş dakika falan boş boş ekrana baktık, öyle karışık ve gerçekçi.
Bu arada Dark’in original dili Almanca, Almanya’da geçiyor ve karakterler gerçekten tam birer Alman. Aynı karakterlerin 33 yıl önceki ve 33 yıl sonraki halleri için harika bir cast çalışması yapmışlar, o kadar benzeyen insanlar bulmuşlar ki Dark’tan sonra Ufak tefek Cinayetler’deki Oya’nın gençliğine ve şimdisine bakıp sigara yakıp derin bir nefes çekesiniz geliyor. Almanlar dizi yaparken bile mükemmeliyetçiliklerini elden bırakmıyorlar efendim, respect!!
The Sinner
Düşünün evlisiniz, iki yaşında bir oğlunuz var, kocanız sizi çok seviyor, güzel bir hayat yaşıyorsunuz özetle. Bir gün bir haftasonu güneşlenip piknik yapmak için plaja gidiyorsunuz, yaklaşık yarım saat sonra kendinizi karşınızda oturan gruptaki hiç tanımadığınız erkeği bıçaklarken buluyorsunuz. Genç adamı dokuz yerinden bıçaklıyorsunuz ve oracıkta ölüyor. Neden öldürdüğünüze dair bir cevabınız yok, adam kız arkadaşıyla müzik dinleyip oynaşırken birden gelen dürtüyle meyve bıçağıyla biçiyorsunuz ve katil oluyorsunuz. Beyniniz size hiçbir haklı gerekçe sunamıyor, neden yaptığınızı bilmiyorsunuz, tek bilinen artık katil olduğunuz! İşte The Sinner normal bir hayatı varken birden katil olan Cora’nın hikayesini anlatıyor. Sonu daha ilk bölümden belli gibi görünse de aslında hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını öğreniyorsunuz zamanla.
Jessica Biel’in harika oyunculuğu ve güzelliğiyle, kocasını oynayan elemanın Jon Snow’a olan benzerliğiyle görsel olarak sizi bağlayacağına eminim. Bir de cinayeti araştıran detektifin sado mazo sapkın cinsel hayatı var ki, o konu biraz açık kalmış ben dahil izleyen kimse açıklık getirememiş 🙂 Altı bölümlük bir mini dizi The Sinner, yani cumartesi ya da pazar battaniye altında bir günde bitirebilirsiniz bence.
La Mante
Yirmi beş sene önce sekiz erkeği hunharca öldüren Peygamber Devesi (Fransızcası La Mante imiş) takma adlı seri katil Jeanne’in bir taklitçisi ortaya çıkıp o zamanki cinayetlerin birebir aynısını işlemeye başlamasıyla birlikte cinayet masası Peygamber Devesinden yardım istemeye karar verir. Tutuklandığı sırada altı yedi yaşlarında olan oğlunu tekrar görme koşuluyla yardım etmeyi kabul eden Jeanne, oğlunun da bir polis olduğunu öğrenir. Annesini senelerce görmeyen, karısına ve etrafındakilere oun uçak kazasında öldüğünü söyleyen Damien’in hayatı soruşturmaya bakan ekibin şefi olarak atanmasıyla birdenbire değişir. Bir yanda sürekli öldüren bir taklitçi bir yanda da yardım bahanesiyle hayatını öğrenmeye çalışan seri katil annesiyle psikolojik bir mücadeleye başlar.
La Mante, original olarak Fransa yapımı yani dili Fransızca (ki hiç sevmem), o yüzden yemek yaparken falan izlerken zorladım çünkü izlemesem de ingilizcesini takip edeyim durumu olamadı ama yine de altı bölümlük bir mini dizi için çok güzel işlenmiş bir konuydu.
Son zamanlarda izleyip beğendiğim ve ne zamandır burada paylaşayım dediğim dizileri yazdım. Hala izlemediğiniz varsa inşallah işinize yarar. Zaten ilk üçünü izlemediyseniz gelip de karşıma çıkmayın! Tamam ben de henüz La Casa Del Papel izlememiş olabilirim ama bu dizinin müthişliğini bilmediğim anlamına gelmez, zaten her akşam Muro’ya yalvarıyorum izleyelim diye, gün gelecek “allah sevdiğine bağışlasın, allah ne muradın varsa versin, çil çil paracıkların olsun, tuttuğum bitcoin olsun” şeklindeki dilenci duama karşı koyamayıp izlemeye karar verecek inanıyorum 🙂
3 Yorum Var
Narcos, la casa de papel:) ve orange is the new black ı de listenize ekleyin bence:)
Ay Narcos’u izledim hem de bir tur tek basima bir tur esimle. Black Mirror da öyle, ama Orange is the new black’i izlemedim ama insallah en kisa zamanda baslarim ona da 🙂
[…] Things, Dark, La Casa De Papel, Sense8, 13 Reasons Why gibi diziler yok, cünkü onlari izleyip BU YAZIMDA paylasmistim da! Sizlerin de coktan izlemis oldugunuzu […]